
Venedik Gezilecek Yerler
Venedik gezilecek yerler denildiğinde akla, tarihin ve romantizmin iç içe geçtiği büyüleyici bir atmosfer gelir. Dar sokakları, kanalları süsleyen gondolları ve zamana meydan okuyan mimarisiyle bu eşsiz şehir, her köşesinde keşfedilmeyi bekleyen bir hikâye barındırır.

Venedik gezilecek yerlere adım attığınız anda sizi saracak mistik hava, sadece görselliğiyle değil, aynı zamanda hissettirdiği duygularla da unutulmaz bir deneyim sunar. Burada, tarihin izlerini sürerken sanatın ve estetiğin en ince detaylarına şahit olabilirsiniz.
Venedik gezisi sırasında çekmiş olduğunuz fotoğraf ya da reels videolarının daha fazla kişiye ulaşması için mutlaka takipçi satın al sayfamıza göz bakın!
Venedik Gezilecek Yerler Listesi
Kanallarla bezeli büyüleyici atmosferiyle Venedik, tarih ve sanatın iç içe geçtiği eşsiz bir destinasyon. Rönesans’ın zarafetini yansıtan ihtişamlı yapıları, suyun üzerinde yükselen etkileyici mimarisi ve dar sokaklarıyla adeta bir masal diyarını andırıyor.
Her köşesinde geçmişin izlerini taşıyan bu şehir, ziyaretçilerine açık hava müzesi tadında bir deneyim sunuyor. San Marco Meydanı’ndan romantik gondol turlarına kadar sayısız keşif noktasıyla Venedik, bir kez görenin unutamayacağı ve yeniden ziyaret etmek isteyeceği nadir şehirlerden biri. İşte, Venedik’te gezilecek yerler:
San Marco Meydanı

Venedik’in kalbinde yer alan San Marco Meydanı, şehrin en ünlü ve en önemli tarihi meydanlarından biri olarak bilinir. Yüzyıllardır hem yerel halkın hem de ziyaretçilerin buluşma noktası olan bu meydan, yalnızca Venedik’in değil, tüm İtalya’nın en ikonik ve büyüleyici alanlarından biridir.
Şehrin siyasi, kültürel ve sosyal yaşamında önemli bir yer tutan San Marco Meydanı, Venedik Cumhuriyeti döneminde gücün, ihtişamın ve yönetimin merkezi olarak kabul edilirdi. Bugün ise tarihî dokusunu koruyarak dünyanın dört bir yanından gelen turistleri kendine hayran bırakmaya devam ediyor.
San Marco Meydanı, Venedik’in zengin tarihine ve kültürel mirasına ev sahipliği yapmanın yanı sıra, zarif mimarisi, etkileyici atmosferi ve çevresindeki yapılarla da büyüleyici bir güzelliğe sahiptir. Meydanın en dikkat çeken yapılarından biri, altın işlemeli mozaikleri ve ihtişamlı kubbeleriyle göz kamaştıran San Marco Bazilikası’dır.
Venedik Dükü’nün eski ikametgâhı olan Dükler Sarayı da meydanın görkemli yapılarından biridir ve gotik mimarinin en etkileyici örneklerinden birini sunar. Ayrıca, 98 metre yüksekliğindeki Çan Kulesi (Campanile di San Marco), meydanın simgelerinden biri olup, tepesine çıkarak Venedik’in panoramik manzarasını izleme fırsatı sunar.
San Marco Meydanı, yalnızca tarihî yapılarıyla değil, aynı zamanda sosyal yaşamın da merkezi olmasıyla bilinir. Meydanın etrafını saran lüks kafe ve restoranlar, ziyaretçilere unutulmaz bir deneyim sunar.
Özellikle Caffè Florian, 1720 yılından beri hizmet veren ve dünyanın en eski kafelerinden biri olarak bilinen bir mekândır. Burada oturup, canlı müzik eşliğinde espresso ya da geleneksel Venedik tatlıları eşliğinde keyifli bir mola verebilirsiniz.
Bunun yanı sıra, uluslararası mutfaklardan seçkin lezzetler sunan restoranlar da damak zevkine hitap eden alternatifler sunar. San Marco Meydanı yıl boyunca birçok etkinliğe ev sahipliği yapar. Özellikle Venedik Karnavalı döneminde meydan, maskeli balolar, gösteriler ve rengârenk kostümlerle adeta bir masal diyarına dönüşür.
Yaz aylarında ise açık hava konserleri ve sanat etkinlikleri, meydanı bir kültür ve sanat merkezine çevirir. Akşam saatlerinde meydanda yankılanan klasik müzik ezgileri eşliğinde yürüyüş yapmak, meydanın büyüleyici atmosferini en iyi şekilde hissetmenizi sağlar.
Meydanın vazgeçilmezlerinden biri de her köşede sizi karşılayan güvercinlerdir. Tarih boyunca meydanın simgesi hâline gelen bu güvercinler, ziyaretçilerin ilgisini çeker ve meydanın romantik atmosferine ayrı bir dokunuş katar.
Fondaco dei Turchi

Doğu ve Batı arasında ticaretin en yoğun olduğu dönemlerde inşa edilen bu han, 13. yüzyılda inşa edilmiş olup Gotik ve Rönesans tarzlarının izlerini taşır. Özellikle taş işçiliğindeki detaylar, kabartmalı süslemeleri ve zarif pencereleri ile dönemin mimari anlayışını yansıtan bu etkileyici yapı, hem estetik hem de tarihi açıdan büyük bir öneme sahiptir.
Dış cephesindeki taş işlemeleri, oyma motifleri ve simetrik pencere dizilimi hanın en dikkat çeken özellikleri arasında yer alırken, yapının sağlam taş duvarları ve ihtişamlı giriş kapısı da ona büyüleyici bir hava katmaktadır.
Tarihi boyunca birçok farklı amaçla kullanılan han, bir dönem Venedik Güzel Sanatlar Müzesi olarak da hizmet vermiştir. Bu dönemde, Venedik’in en ünlü ressamlarına ait eserler ve çeşitli sanat koleksiyonları burada sergilenmiş, sanatseverler için önemli bir merkez haline gelmiştir.
Zaman içinde bu değerli eserler farklı müzelere taşınmış ve han yeni bir işlev kazanmıştır. Günümüzde ise Venedik Ticaret ve Tarih Müzesi olarak hizmet veren yapı, ziyaretçilerine yalnızca şehrin sanatsal mirasını değil, aynı zamanda Venedik’in ticaret yolları, denizcilik geçmişi ve ekonomik yapısı hakkında da kapsamlı bilgiler sunmaktadır.
Konumu itibariyle Venedik’in en hareketli ve turistik noktalarından birinde yer alan han, Grand Kanal’ın kıyısında, ünlü Rialto Köprüsü’ne oldukça yakın bir noktada bulunmaktadır. Bu stratejik konum, hanın yüzyıllar boyunca tüccarlar ve gezginler için önemli bir durak olmasını sağlamıştır.
Tarih boyunca birçok kez onarım ve restorasyon çalışmalarına tabi tutulan yapı, günümüzde özenle korunmaktadır ve hala Venedik’in tarihi dokusunun bir parçası olarak varlığını sürdürmektedir. Mimari ihtişamı ve köklü geçmişiyle ziyaretçilerini büyüleyen han, Venedik’in tarihine ışık tutmaya devam etmektedir.
San Marco Bazilikası

Venedik’in kalbinde yükselen ve kentin en önemli simgelerinden biri olan San Marco Bazilikası, şehrin koruyucu azizi olarak kabul edilen St. Mark’a adanmış görkemli bir yapıdır. 11. yüzyılda inşa edilen bu bazilika, tarih boyunca pek çok değişiklik ve ekleme geçirerek günümüzdeki etkileyici görünümüne kavuşmuştur.
Venedik Cumhuriyeti’nin gücünü ve zenginliğini yansıtan bazilika, Bizans ve Gotik mimari tarzlarının eşsiz bir sentezini barındırır. Özellikle, yapının dış cephesini süsleyen detaylı kabartmalar, sütunlar ve kemerler, sanatseverler için büyük bir ilgi kaynağıdır.
Bazilikanın en çarpıcı özelliklerinden biri, iç mekânını süsleyen ve ışığın her yansımasında adeta parıldayan altın kaplamalı mozaiklerdir. Yaklaşık 8.000 metrekarelik bir alanı kaplayan bu mozaikler, Bizans sanatının en etkileyici örneklerinden biri olarak kabul edilir.
Detaylarında İsa'nın yaşamından kesitler, İncil'den sahneler ve azizlerin hayat hikâyeleri anlatılır. Mozaiklerin her biri, sanatsal işçiliğin yanı sıra dini anlatıların görselleştirilmesi açısından büyük bir öneme sahiptir.
San Marco Bazilikası’nın dikkat çeken diğer bölümlerinden biri de hazine odasıdır. Bu özel alanda, yüzyıllar boyunca Venedik’e getirilen paha biçilmez dini eserler, değerli taşlarla süslü ikonalar, altın ve gümüş işlemeli objeler sergilenmektedir.
Bizans, Orta Doğu ve Batı Avrupa’dan getirilen sanat eserleri, bazilikanın tarihi zenginliğini gözler önüne serer. Aynı zamanda Venedik Patriği'nin resmi kilisesi olan San Marco Bazilikası, Katolik dünyasında önemli bir yere sahiptir.
Günümüzde hâlâ dini törenler ve özel ayinler için aktif olarak kullanılmakta olup, hem inanç turizmi açısından hem de sanat ve tarih tutkunları için büyük bir cazibe merkezidir. Muhteşem mimarisi, tarihi değeri ve mistik atmosferiyle San Marco Bazilikası, Venedik’in ruhunu en iyi yansıtan yapılar arasında yer alır.
Palazzo Ducale

14. yüzyılda inşa edilmeye başlanan ve zamanla büyüyüp genişleyen Palazzo Ducale, Venedik’in tarihsel ve kültürel kimliğinin en önemli simgelerinden biridir. İlk olarak Düklerin resmi hükumet merkezi olarak hizmet vermek üzere inşa edilmiştir.
Bu muazzam yapı, Venedik’in siyasi ve idari merkezinin kalbinde yer almış, yüzlerce yıl boyunca şehri yönetenlerin kararlarını aldığı mekân olmuştur. Düklerin yönetim işlerini yürüttükleri bu tarihi bina, zaman içinde birçok eklemelerle genişleyerek, Venedik Cumhuriyeti’nin gücünün ve zenginliğinin bir yansıması haline gelmiştir.
Palazzo Ducale'nin iç mekanları ise, şehri süsleyen büyük ressamların ve sanatçıların eserleriyle adeta bir açık hava müzesini andırır. Bu eşsiz sanat eserleri, Venedik’in zengin tarihi, kültürel mirası ve dini temalarla harmanlanmış sahnelerini günümüze kadar taşır.
Sanatın, dinin ve tarihsel olayların iç içe geçtiği duvarlar ve tavanlar, ziyaretçileri Venedik’in geçmişine doğru bir yolculuğa çıkarır. Sarayın farklı bölümleri, resmi devlet işlerinin yürütüldüğü ofisler, mahkemeler ve diğer yönetim fonksiyonlarının yerine getirilmesi için kullanılmıştır.
Bu, yapının hem Venedik Cumhuriyeti'nin idari işleyişinin hem de sanatsal kimliğinin merkezi olmasını sağlar. Palazzo Ducale'nin en ilginç yönlerinden biri de binanın alt katlarında yer alan ve bir zamanlar mahkumların hapsedildiği zindanlarıdır.
Zindanlar, bir dönem Venedik’in sert ve acımasız adalet anlayışını simgelese de günümüzde tarihe tanıklık eden karanlık bir geçmişin izlerini taşıyan bölümler olarak ziyaretçilerini beklemektedir. Sarayın en dikkat çekici özelliği, San Marco Meydanı'na komşu olması ve Grand Canal’a bakan etkileyici cephesi ile Gotik ve Rönesans mimarilerinin birleşimini göstermesidir.
Bu mimari harman, Venedik'in kendine has estetik anlayışını ve geçmişteki kültürel etkileşimlerini gözler önüne serer. Günümüzde, Palazzo Ducale yalnızca bir hükümet merkezi olmanın ötesine geçerek, Venedik'in tarihini, sanatını ve kültürel mirasını sergileyen önemli bir müze olarak işlev görmektedir.
Ziyaretçiler, sarayın muazzam iç mekanlarını keşfederken, binanın tarihî ve sanatsal dokusuyla adeta geçmişe bir yolculuk yapma fırsatı bulur. Venedik’in geçmişine dair ipuçları sunan bu özel mekân, her yıl binlerce turistin ilgisini çeker ve şehrin kültürel kimliğini tüm dünyaya tanıtır.
Campanile di San Marco

Aziz Mark Çan Kulesi, Venedik’in kalbi sayılan San Marco Meydanı’nda yükselen ve şehrin simgelerinden biri haline gelen görkemli bir yapıdır. İlk olarak 9. yüzyılda inşa edilen kule, tarih boyunca çeşitli restorasyonlardan geçmiştir.
12. ve 16. yüzyıllarda büyük onarımlar görerek bugünkü ihtişamına kavuşan kule, Venedik'in tarihi ve kültürel dokusunun ayrılmaz bir parçası olmuştur. Yaklaşık 98 metre yüksekliğiyle Venedik’in en uzun yapılarından biri olan bu kule, Gotik tarzda inşa edilmiştir.
Mimari yapısıyla Venedik'in zarafetini yansıtan kule, şehir siluetinin en dikkat çekici unsurlarından biridir. Geçmişte denizciler için bir deniz feneri görevi de görmüş, aynı zamanda şehrin önemli olaylarını duyurmak amacıyla kullanılmıştır.
Kuleye çıkmak isteyen ziyaretçiler, tarihî atmosferi daha yakından hissedebilmek için merdivenleri tercih edebilirler. Ancak, daha konforlu bir deneyim isteyenler için bir asansör de bulunmaktadır. Zirveye ulaşıldığında ise karşılaşılan manzara nefes kesicidir.
Kule, Venedik’i kuşbakışı izleme imkânı sunduğu gibi, açık havalarda Adriyatik Denizi'nin kıyılarını ve hatta uzak Alpler’i bile görmek mümkündür. Aziz Mark Çan Kulesi, yalnızca mimarisiyle değil, barındırdığı çanlarıyla da büyük bir tarihi öneme sahiptir.
Bu çanların her biri farklı amaçlar için kullanılmış ve Venedik halkının günlük yaşamında önemli roller oynamıştır. Beş çandan oluşan sistemde, marangona çanı gün doğumu ve gün batımını haber verirken, trottiera maggior consiglio çanı Büyük Konsey üyelerini toplantıya çağırırdı.
Maleficio çanı infaz vakti geldiğinde çalınarak halkın meydana toplanmasını sağlardı. Nona çanı öğle arasını bildirirken, mezza terza çanı ise Senato’nun toplantıya başladığını duyururdu. Günümüzde ise bu çanlardan geriye yalnızca marangona çanı kalmıştır.
Tarihi boyunca birçok olaya tanıklık eden kule, 1902 yılında büyük bir felaket yaşamıştır. Bu yıl meydana gelen yangında tamamen yıkılan kule, Venediklilerin büyük özverisiyle ve özgün tasarımına sadık kalınarak yeniden inşa edilmiştir.
Günümüzde, bu yeniden yapılanma süreci, şehrin geçmişine duyduğu bağlılığın ve tarihi mirasına verdiği önemin en büyük göstergelerinden biri olarak kabul edilmektedir. Kulenin en dikkat çeken unsurlarından biri ise zirvesinde yer alan altın yaldızlı Cebrail tasviridir. Bu heykel, yüzyıllardır şehre bakan kutsal bir figür olarak kabul edilir ve rüzgârın etkisiyle yön değiştiren hareketli bir yapıdadır.
Aziz Mark Çan Kulesi yalnızca Venedikliler için değil, dünyanın dört bir yanından gelen ziyaretçiler için de büyük bir hayranlık uyandıran tarihi bir anıt olarak varlığını sürdürmektedir. Geçmişin izlerini taşıyan bu kule, Venedik'in romantik ve mistik atmosferine katkıda bulunarak her yıl binlerce turisti kendine çekmeye devam etmektedir.
Santa Maria della Salute Bazilikası

Bazilikanın yapımına 17. yüzyılın başlarında başlanmış olup, tamamlanması 1681 yılında gerçekleşmiştir. Yapının inşa edilmesinin ardında, 1630 yılında Venedik’i saran korkunç veba salgınına karşı şükranlarını sunmak ve dua etmek yatmaktadır.
Venedik halkı, bu salgın sırasında hayatını kaybedenlerin anısına, aynı zamanda Venedik’in kurtuluşunu kutlamak amacıyla Santa Maria Della Salute’nin inşasına karar vermiştir. Venedik’in en önemli Barok yapılarından biri olarak kabul edilen bazilika, Barok tarzının estetik özelliklerini güçlü bir şekilde taşımaktadır.
Bu tarz, özellikle ihtişamlı yapıları, zengin dekorasyonları ve dini temaların görkemli bir şekilde vurgulanmasını içerir. Bazilika, dörtgen bir temel üzerine inşa edilmiş olup, yapının merkezine yerleştirilen büyük kubbe ile tanınır.
Kubbe, şehri gözler önüne seren etkileyici bir manzara sunar ve Grand Canal’a doğru yönelmiştir. Bu konum, bazilikayı Venedik’in önemli bir sembolü haline getirir, şehri izlerken görsel olarak belirginleşen bu yapı, şehrin manevi ve tarihi önemini temsil eder.
Bazilikanın iç mekanında yer alan freskler, altın yaldızlı süslemeler ve yüksek tavanlar, ziyaretçilerine adeta bir zaman yolculuğu hissiyatı verir. Kilise, her bir detayıyla insanı büyüleyen bir atmosfer yaratır.
Santa Maria Della Salute, her yıl 21 Kasım’da büyük bir dini etkinlik olarak kutlanır. Venedik halkı, bu günde kiliseye akın eder ve 1630 yılındaki veba salgınının anısına dua ederler. 21 Kasım, Venedik’in en büyük dini festivallerinden biri olarak kabul edilir ve hem yerel halk hem de turistler için büyük bir anlam taşır.
Büyük Kanal

Günümüze kadar varlığını sürdüren kanalın temelleri, Orta Çağ'a kadar uzanmakta olup, tarih boyunca pek çok medeniyet için büyük bir öneme sahip olmuştur. Venedik’in kendine has manzarasında, Grand Kanal, şehri Venedik Lagünü ile merkezi bölgeler arasında bağlayan geniş ve zarif bir su yolu olarak varlığını sürdürmektedir.
Bu kanal, sadece şehri değil, aynı zamanda Venedik'in kültürel ve ticari kimliğini de şekillendiren önemli bir arterdir. Toplam uzunluğu 3.8 kilometreyi bulan bu su yolu, genişliği ise 30 ila 70 metre arasında değişiklik göstermektedir, bu da ona şehir içinde ulaşımın yanı sıra görsel bir ihtişam da kazandırmaktadır.
Kanal boyunca yer alan pek çok köprüden en ünlüsü ise Rialto Köprüsü’dür; bu köprü, her yıl milyonlarca turistin ilgisini çeker ve Venedik’in simgelerinden biri olarak öne çıkar. Grand Kanal, tarihi saraylar, kiliseler ve zarif evlerle çevrilidir, bu yapılar kanal boyunca sıralanmış ve şehri benzersiz kılan mimarinin bir parçası olmuştur.
Venedik'teki pek çok önemli yapının cephesi, kanalın üzerinde yer almakta, bu da Grand Kanal’ı sadece bir ulaşım yolu olmanın ötesine taşır, aynı zamanda şehri bir açık hava müzesine dönüştürür. Her yıl düzenlenen ünlü Venedik festivalleri, Grand Kanal’da yapılan renkli kutlamalarla daha da canlanır.
Bu etkinliklerde, su yolu boyunca süslenmiş tekneler, gondollar ve katılımcılar, Venedik’in zengin tarihini ve kültürünü adeta su üzerinde bir dans gibi sergiler. Her bir gondolun içinde, geçmişin zarif izlerini günümüze taşıyan geleneksel kostümler ve şehrin simgesel dokusuyla uyumlu stiller görülür.
Rialto Köprüsü

Rialto Köprüsü, 16. yüzyılın başlarında taş ve tuğla kullanılarak inşa edilmiş olup, dönemin mimari harikalarından biri olarak öne çıkıyor. İnşası, Venedik'in ekonomik ve kültürel canlılığını yansıtan büyük bir mühendislik başarısı olarak kabul ediliyor.
O dönemde yapılan köprüler arasında en yükseği ve en ünlüsü olmasıyla dikkat çeken bu yapı, Grand Canal'ın iki yakasını birleştirerek şehrin ticaret hayatına yön vermiştir. Uzun yıllar boyunca tüccarlar, gezginler ve alışveriş yapanlar için stratejik bir geçiş noktası olmuş, Venedik’in en hareketli ticaret merkezlerinden biri haline gelmiştir.
Köprü, Grand Canal’ın ihtişamlı manzarasına ev sahipliği yaparak, su üzerinde süzülen gondolları, tarihi binaları ve şehrin eşsiz atmosferini gözler önüne serer. Günün her saatinde hareketli olan bu bölge, özellikle gün batımında büyüleyici bir görüntü sunar ve hem turistler hem de yerel halk için vazgeçilmez bir buluşma noktasıdır.
Rialto Köprüsü’nün üzeri ve çevresi, tarih kokan dükkanlarla doludur. Burada el yapımı takılar, Murano camından yapılmış süs eşyaları, geleneksel Venedik maskeleri ve daha pek çok özel ürünü bulabilirsiniz.
Köprüye çıkan dar sokaklar ise küçük butikler, kafeler ve restoranlarla doludur; buralarda oturup hem alışverişin hem de Venedik’in romantik atmosferinin keyfini çıkarabilirsiniz. Rialto Köprüsü sadece mimari açıdan değil, aynı zamanda kültürel ve tarihi değeriyle de büyüleyicidir.
Zaman içinde pek çok sanatçıya, yazara ve gezgine ilham kaynağı olmuş, Venedik’in simgelerinden biri haline gelmiştir. Eğer yolunuz Venedik’e düşerse, bu büyüleyici köprüyü ziyaret etmeden dönmemelisiniz.
Hem tarihi dokusu hem de sunduğu eşsiz manzaralar ile unutulmaz bir deneyim vaat eden Rialto Köprüsü, Venedik’in ruhunu tam anlamıyla hissetmek isteyenler için mutlaka görülmesi gereken yerler arasında yer alıyor.
San Rocco Lonca binası

Yapı, ünlü sanatçı Tintoretto tarafından inşa edilmiştir ve Venedik’teki en önemli şaheserlerden biri olarak kabul edilmektedir. Venedik'in tarihi dokusuyla uyumlu bir şekilde tasarlanmış olan bu bina, her bir köşesinde sanatın izlerini taşır.
Binanın tepe kısmında, zarif bir şekilde yerleştirilmiş olan heykel, yapının ihtişamını ve gücünü yansıtarak, şehre özgü estetik anlayışını bir arada sunar. İçeride ise, her detayda ustalıkla işlenmiş motifler ve freskler, ziyaretçileri adeta büyüler.
Bu ince işçilik, yalnızca gözleri değil, aynı zamanda ruhu da doyurur. Binanın tarihi, oldukça eskiye dayanmakta olup, yapımının üzerinden geçen yüzyıllara rağmen, halen iç mekanındaki altmışa yakın resim, orijinal yapısının zarafetini ve değerini korur.
Bu nadir eserlerden bazıları, sanat tarihine damgasını vurmuş büyük ustaların imzasını taşır. Günümüzde de aktif bir şekilde kullanılan bina, hala Venedik’in kültürel mirasının önemli bir parçası olarak varlığını sürdürmektedir.
Ahlar Köprüsü (Ponte dei Sospiri)

Venedik’in masalsı bir şehir görünümünde olmasında mimari yapılarının büyük payı var; her biri adeta bir sanat eseri gibi, geçmişin zarafetini günümüze taşıyor. Suyun üzerinde süzülen bu büyüleyici şehirde, her sokak ve her kanal, bir zaman tüneli gibi sizi yüzyıllar öncesine götürüyor.
Ahlar Köprüsü de bu büyüleyici atmosferin en önemli unsurlarından biri olarak “Venedik’te görülmesi gereken yerler” listesinde üst sıralarda yer alıyor. Orijinal adı Ponte dei Sospiri olan bu eşsiz yapı, 1600’lü yılların başında dönemin ünlü mimarlarından Antonio Contino tarafından tasarlanmış ve Rio di Palazzo’nun üzerine inşa edilmiştir.
Ahlar Köprüsü, Dükler Sarayı’ndaki sorgu odaları ile hapishane arasında bir bağlantı görevi görmekteydi. Yani buradan geçenler, çoğunlukla mahkumlar olurdu ve bu köprü, onların özgürlüğe açılan son penceresi niteliğindeydi.
Köprü, dönemin mimari anlayışını yansıtan kapalı bir yapıya sahiptir ve kireç taşından inşa edilmiştir. Onu farklı ve unutulmaz kılan en önemli detaylardan biri ise parmaklıklı iki küçük penceresidir.
Bugün köprüye çıkan ziyaretçiler, bu pencerelerden Venedik’in romantik manzarasını seyredebilir, köprünün içinde dolaşarak geçmişin izlerini hissedebilirler. Özellikle gün batımında, köprünün tarihi dokusuyla birleşen kızıl tonlar, büyüleyici bir manzara sunar.
Ahlar Köprüsü’nün yalnızca mimarisiyle değil, taşıdığı anlam ve ardındaki hikayeyle de ziyaretçileri derinden etkilediğini söylemek mümkün. Köprünün ismiyle ilgili en bilinen ve etkileyici hikayeye göre, buradan geçen mahkumlar, hapse girmeden önce son kez pencerelerden Venedik’e bakar, özgürlüğe veda etmenin hüznüyle iç geçirir ve derin bir “ah” çekerlerdi.
İşte bu hüzünlü vedaların yankısı, köprünün adını oluşturmuştu: Ahlar Köprüsü. Bugün ise Ahlar Köprüsü, hüzünlü geçmişinin aksine romantizmle anılan bir yapı haline gelmiştir. Hatta bir inanışa göre, köprünün altından geçen bir gondolda, gün batımında sevgililer öpüşürse, aşkları sonsuza kadar sürecektir.
Bu yüzden köprü, yalnızca tarih meraklıları için değil, romantik bir an yaşamak isteyen çiftler için de büyüleyici bir nokta olmaya devam etmektedir. Venedik’in dar sokaklarında kaybolup, kanallarında gezindikten sonra Ahlar Köprüsü’nün etkileyici atmosferini hissetmek, şehrin ruhunu tam anlamıyla deneyimlemek için kaçırılmaması gereken bir anıdır.
Murano Adası

Murano Adası, cam sanatlarıyla dünyaca ünlü olan ve Venedik’e bağlı en popüler turistik noktalardan biri. Yüzyıllardır cam işlemeciliğiyle tanınan bu küçük ada, hem sanatseverler hem de meraklı gezginler için tam anlamıyla bir açık hava müzesi gibi.
Daracık sokaklarında yürürken her köşede göz kamaştırıcı cam eserler sergileyen dükkânlarla karşılaşabilir, geleneksel tekniklerle şekillendirilmiş zarif tasarımlara hayran kalabilirsiniz. Burada sıradan bir cam parçası bile usta ellerde adeta bir sanat eserine dönüşüyor.
Adanın kendine özgü atmosferi, sanatın ve tarihin iç içe geçtiği büyüleyici bir dünya sunuyor. Murano Adası’nın en dikkat çekici yerlerinden biri de cam sanatının geçmişten günümüze uzanan hikâyesini anlatan Murano Cam Müzesi.
Müze, cam yapımının inceliklerini ve tarihsel gelişimini gözler önüne sererken, geçmiş yüzyıllardan kalma nadide parçaları sergileyerek ziyaretçilere benzersiz bir deneyim sunuyor. Burada camın nasıl işlendiğini öğrenebilir, usta zanaatkârların geçmişten günümüze nasıl bir miras bıraktığını keşfedebilirsiniz.
Adada her biri sanat eseri niteliğinde olan takılar, zarif tabaklar, el yapımı bardaklar, kristal avizeler ve birçok farklı hediyelik eşya, turistlerin büyük ilgisini çekiyor. Özellikle koleksiyon meraklıları ve dekorasyon tutkunları için Murano camları vazgeçilmez bir cazibe merkezi.
Venedik’in sınırlarını aşarak dünya çapında bir üne kavuşmuş olan Murano cam işlemeciliği, nesilden nesile aktarılan ustalık ve özgün tasarımlarıyla büyüleyici bir sanat formu olarak varlığını sürdürüyor.
Ancak Murano Adası sadece cam sanatlarıyla değil, tarihi dokusu, gotik mimarisi ve huzurlu atmosferiyle de keşfedilmeye değer bir yer. Ada, tarihi kiliseleri, eski taş yapıları ve daracık romantik sokaklarıyla adeta zamanın durduğu bir tablo gibi.
Venedik’in kalabalık ve hareketli ortamından biraz olsun uzaklaşıp sakin bir atmosferde yürüyüş yapmak isteyenler için Murano mükemmel bir kaçış noktası. Üstelik ada oldukça küçük olduğu için 1-2 saat içinde rahatlıkla yürüyerek gezebilir, en önemli noktalarını keşfedebilirsiniz.
Eğer Venedik’e yolunuz düşerse, Murano Adası’nı ziyaret etmeden dönmeyin. Burada geçireceğiniz birkaç saat bile sizi bambaşka bir dünyaya götürecek ve cam sanatının büyüsüne kapılmanızı sağlayacak.
Burano Adası

Venedik denildiğinde sarı, kırmızı, turuncu, mavi, yeşil gibi birbirinden farklı renklerdeki evlerin yan yana dizildiği bir görüntü gözünüzün önüne gelmiştir sanırım. Çoğu kitap, dizi ve filmde gösterilen bu eşsiz Venedik karesi ona bağlı olan Burano Adası’na ait.
Rengarenk evler, daracık sokaklar ve göz alıcı kanallar, Burano’yu sadece İtalya’nın değil, tüm dünyanın en çekici yerlerinden biri yapıyor. Murano Adası gibi küçük olan ve 4 adacıktan meydana gelen Burano Adası, sanki boyama ya da masal kitaplarından fırlamış bir resim gibi.
Rengarenk evlerle kanal ve köprülerin birlikte yarattığı görünüm gerçekten de dünyada ender rastlanabilecek bir güzellik sunuyor. Her bir evin kendine has renkleri ve biçimleriyle, Burano, her köşesinden farklı bir hikaye anlatıyor gibi.
Adanın her yeri bir fotoğraf karesi, her adımda keşfedilecek bir güzellik barındırıyor. Burano’nun sakin ve huzurlu atmosferi, ziyaretçilerini adeta zamanın durduğu bir masal dünyasına davet etmeyi başarıyor.
Gece dönen sarhoş balıkçılar ve genel olarak adadaki insanlar özellikle sisli günlerde evlerini bulabilsinler diye bu şekilde bir yöntemin seçildiği söyleniyor. Ayrıca, adanın bu renkli kimliği, Burano halkının bir tür kendine özgü bir kimlik yaratma çabası olarak da görülüyor.
Her evin farklı bir renkte olması, adayı ziyaret edenleri cezbediyor, onları adanın kendine has dokusunu keşfetmeye teşvik ediyor. Burano’ya gelirseniz Dantel Müzesi’ne, eğik çan kulesine, Galuppi Meydanı’na da mutlaka uğrayın. Dantel, Burano’nun tarihindeki önemli bir yer tutar ve bu zarif el işçiliği, adanın kültürel mirasının bir parçası olarak hala devam etmektedir.
Dantel Müzesi'nde, Burano'nun ünlü dantellerinin tarihini öğrenebilir, bu ince işçiliği yerinde görebilirsiniz. Eğik çan kulesi ise, adanın simgelerinden biri haline gelmiş ve ziyaretçilerin ilgisini çekerken, aynı zamanda Burano’nun geçmişine dair ipuçları verir.
Galuppi Meydanı’nda dolaşırken adanın tarihine tanıklık edebilir, yerel kafelerde vakit geçirebilirsiniz. Burano’ya gelmişken meşhur bussalo kurabiyesinin de tadına bakmalısınız. Bu tatlı, adaya özgü lezzetlerden biri olup, Burano’da yediğiniz her şey gibi, adanın ruhunu yansıtan bir tat bırakacak dilinizde.
Accademia (Gallerie dell’Accademia)

Venedik yalnızca doğal güzellikleri ve mimarisiyle değil, aynı zamanda köklü sanat geçmişiyle de gezginlere eşsiz bir kültürel deneyim sunuyor. Kanalların zarif dokusu, tarihi köprüleri ve göz alıcı meydanları arasında gezinirken, sanatın her köşeye sinmiş büyüsünü hissetmemek imkânsız.
İşte bu sanat yolculuğunun en değerli duraklarından biri de hiç şüphesiz Güzel Sanatlar Akademisi. Venedik gezilecek yerler listenize eklemeniz gereken bu önemli müze, sanatseverlere keyifli ve unutulmaz bir galeri turu vadediyor.
1750 yılında bir güzel sanatlar akademisi olarak kurulan bu prestijli okul, heykeltıraşlık, mimarlık ve ressamlık alanlarında eğitim vererek Venedik’in sanat anlayışını şekillendiren önemli bir merkez hâline gelmişti.
Napolyon’un Venedik’i işgal etmesinin ardından, onun emriyle akademiye bağlı galeri, bugünkü tarihi binasına taşındı. Zaman içinde bir eğitim kurumu olmanın ötesine geçerek, Venedik’in en önemli müzelerinden biri hâline gelen bu sanat merkezi, bugün kapılarını sanat tutkunlarına açıyor ve ziyaretçilerini adeta bir zaman yolculuğuna çıkarıyor.
Peki, bu sanat galerisinde sizi neler bekliyor? Müze, 14. yüzyıldan 18. yüzyıla kadar uzanan geniş bir zaman diliminde yaşamış Venedikli ressamların paha biçilmez eserlerini bünyesinde barındırıyor.
Venedik resim okulunun en önemli temsilcilerine ev sahipliği yapan bu galeride, Giovanni Bellini’nin ışık ve gölgeyi ustaca kullandığı tablolarını, Carpioni’nin mistik sahnelerini, Bellotto ve Canaletto’nun Venedik manzaralarını büyüleyici bir gerçekçilikle resmettiği eserlerini görmek mümkün.
Ayrıca Gentile’nin detaylı anlatımı, Bosch’un hayal gücünü zorlayan sahneleri ve hatta Leonardo da Vinci’nin etkileyici yapıtları da bu özel koleksiyonun parçaları arasında yer alıyor. Her bir tablo, sanatçıların dönemlerine özgü tekniklerini, duygularını ve yaşadıkları çağın ruhunu yansıtan birer pencere niteliğinde.
Tarihin farklı dönemlerinden gelen bu eşsiz sanat eserleri, ziyaretçilerine Venedik’in sanat ve estetik anlayışını derinlemesine keşfetme fırsatı sunuyor. Eğer sanata ve tarihe ilgi duyuyorsanız, Güzel Sanatlar Akademisi’ni ziyaret etmek, Venedik seyahatinize bambaşka bir boyut kazandıracaktır.
Frari Santa Maria Gloriosa Bazilikası

Venedik, yalnızca kanal ve gondollarıyla değil, aynı zamanda etkileyici kiliseleriyle de ünlüdür. Bu kiliseler arasında, şüphesiz en önemli ve dikkat çekici yapılardan biri, Frari Santa Maria Gloriosa Bazilikası’dır.
Genellikle Frari Kilisesi olarak bilinen bu muazzam yapı, 13. yüzyılda inşa edilmeye başlanmış ve yapımı sırasında karşılaşılan pek çok zorluk nedeniyle neredeyse 100 yıl süren uzun bir inşa sürecine sahiptir. Bu süre zarfında, mimari zenginlik ve ihtişamda büyük bir evrim yaşanmış, günümüzdeki halini almıştır.
İtalyan Gotik tarzının göz alıcı bir örneği olan Frari Bazilikası, dış yapısıyla ilk bakışta sıradan gibi görünebilir. Bu, aslında Venedik’in genel mimari anlayışını yansıtan bir özellik olup, şehre özgü kiliseler genellikle sade ve düz dış cephelere sahiptir.
Frari Kilisesi’nin iç kısmına girdiğinizde, farklı bir dünyanın kapıları aralanır. İç mekân, geç Orta Çağ dönemi mimarisinin zarafetini ve görkemini yansıtarak oldukça şatafatlı bir atmosfer sunar. Her bir detayda, dönemin ihtişamını ve sanatını hissedebilirsiniz.
Kilisenin dikkat çeken bölümlerinden biri de, kentteki en yüksek ikinci çan kulesi olan ve 14. yüzyılın sonlarına doğru inşa edilen çan kulesidir. Bu kule, sadece bir dini yapının parçası olmakla kalmaz, aynı zamanda Venedik’in silüetinin ayrılmaz bir parçasıdır.
Çan kulesine tırmandığınızda, şehrin nefes kesici manzarasına karşı hissettikleriniz, bu yapının tarihi önemini daha da derinleştirir. Frari Bazilikası, sadece mimari ve sanatsal zenginlikleriyle değil, aynı zamanda bünyesinde barındırdığı sanatsal hazinelerle de ünlüdür.
Donatello’nun “Vaftizci Yahya” heykeli ve Tiziano’nun “Meryem’in Göğe Yükselişi” adlı eseri gibi sanat tarihinin önemli eserleri burada sergilenmektedir. Bu eserler, bazilikayı ziyaret eden sanatseverler için adeta birer zaman yolculuğuna dönüşür.
Ayrıca Frari Kilisesi, yalnızca dini bir merkez olmanın ötesinde, kültürel etkinliklere de ev sahipliği yapmaktadır. Düzenlenen konserler ve özel kutlamalar, bazilikanın içindeki atmosferi daha da özel kılar ve ziyaretçilere unutulmaz anlar yaşatır.
Frari Santa Maria Gloriosa Bazilikası, Venedik’in en önemli ve en görkemli yapılarından biridir. Hem tarih hem de sanat açısından büyük bir öneme sahip olan bu muazzam kilise, şehri ziyaret edenlerin mutlaka görmesi gereken bir yer olarak öne çıkar.
Ca’ d’ORo

Venedik’te turlamanın en keyifli yanlarından biri, Büyük Kanal boyunca süzülürken sağlı sollu sıralanmış tarihi binaları izlemektir. Suyun yumuşak dalgalarına yansıyan bu yapıların ihtişamı, ziyaretçilere adeta bir zaman yolculuğu yaşatır.
Kimi binalar zarif kemerleriyle Gotik dokunuşlar taşırken, kimileri Rönesans ve Barok etkileriyle donatılmıştır. Ancak, bu muhteşem yapılar arasında öyle biri var ki, ihtişamı ve zarafetiyle tüm bakışları üzerine çeker: Ca’ d’Oro, yani Altın Evi.
Palazzo Santa Sofia olarak da bilinen Ca’ d’Oro, Büyük Kanal’ın kıyısında tüm ihtişamıyla yükselir. 15. yüzyılın başlarında inşa edilen bu saray, sadece mimarisiyle değil, aynı zamanda sahibinin ona yüklediği anlam ve gösterişli detaylarıyla da büyüleyicidir.
Yapının sahibi Marino Contarini, Venedik’in en köklü ve saygın ailelerinden birine mensuptu ve kendisinin sanata, estetiğe ve lükse olan tutkusu, sarayın her köşesinde hissedilir. O dönemin diğer saraylarını geride bırakacak kadar görkemli ve iddialı bir yapı olması için hiçbir masraftan kaçınılmadığı söylenir.
Saraya “Altın Evi” denilmesinin elbette bir sebebi var. Öncelikle, inşasında kullanılan malzemeler Venedik’in en değerli ve pahalı ürünleriydi. Özellikle dış cephesinde yer alan süslemelerde altın varak kullanıldığı ve duvarlarının yaldızlı işlemelerle bezendiği bilinir.
Günümüzde bu süslemeler zamanla kaybolmuş olsa da, sarayın mimarisi ve zarafeti hâlâ ilk günkü etkileyiciliğini korumaktadır. Mimari olarak Bizans ve Venedik Gotik stilinin bir sentezi olarak tasarlanan Ca’ d’Oro, şehrin sanat ve tarih açısından en önemli yapılarından biridir.
Zarif kemerleri, ince işçilikle işlenmiş sütunları ve büyük pencereleriyle suya bakan yüzü, özellikle gün batımında altın sarısı bir ışıltıya bürünerek büyüleyici bir manzara oluşturur. Geçmişte Venedik’in en göz alıcı saraylarından biri olan bu yapı, zaman içinde birçok el değiştirmiş ve farklı amaçlarla kullanılmıştır.
20. yüzyılda, Baron Giorgio Franchetti tarafından restore edilen saray, daha sonra hükümete devredilmiş ve halka açılmıştır. Günümüzde, Ca’ d’Oro sadece bir mimari şaheser değil, aynı zamanda önemli bir sanat galerisi olarak da hizmet veriyor.
İçerisinde Baron Franchetti Koleksiyonu’na ait birbirinden değerli sanat eserleri sergilenirken, Giorgio Franchetti Galerisi’nde Rönesans dönemi tabloları ve heykelleri görülebilir. Özellikle Mantegna, Titian ve Van Dyck gibi sanatçıların eserleri, sanatseverler için oldukça ilgi çekicidir.
Eğer Venedik’te sadece kanallar arasında kaybolmakla yetinmek istemiyorsanız ve şehrin sanatsal ve tarihi mirasını yakından keşfetmek istiyorsanız, Ca’ d’Oro’yu mutlaka ziyaret etmelisiniz. Burada hem geçmişin ihtişamını hissedebilir hem de göz kamaştırıcı sanat koleksiyonları arasında unutulmaz bir yolculuğa çıkabilirsiniz.
Büyük Kanal’ın kıyısında, zamana meydan okuyan bu saray, Venedik’in ruhunu en derinden hissettiren duraklardan biri olmaya devam ediyor. Venedik seyahatinizde tarihi atmosferi doyasıya yaşamak ve şehrin en göz alıcı yapılarından birini görmek isterseniz, Ca’ d’Oro’yu Venedik gezilecek yerler listenize eklemeyi unutmayın.
Torcello Adası

Torcello Adası, sakin atmosferi, yemyeşil doğası ve tarihi dokusuyla ziyaretçilerini adeta büyüleyen bir destinasyon. Ünlü yazar Ernest Hemingway’in bir dönem romanını yazmak için tercih ettiği bu küçük ada, onun ilham kaynaklarından biri olmuş.
Buraya adımınızı attığınız anda zamanın durduğunu hissediyorsunuz; doğanın huzur veren sesi, tarihin derin izleri ve Venedik lagününün dinginliği birleşerek benzersiz bir atmosfer yaratıyor. Adada yerleşik nüfus oldukça az, bu da burayı tipik bir turistik bölge haline getiriyor.
Özellikle kalabalık Venedik sokaklarından kaçıp sakin bir mola vermek isteyen gezginler için Torcello ideal bir kaçış noktası. Venedik’in kuzeyindeki en uç noktada yer alan ada, rengârenk evleriyle ünlü Burano’ya sadece beş dakikalık vapur yolculuğu mesafesinde.
Bu yakınlık sayesinde Burano’yu ziyaret edenlerin birçoğu Torcello’ya da uğramayı ihmal etmiyor. Torcello’nun en dikkat çekici yanlarından biri, Venedik’in en eski yapılarından bazılarını barındırması.
Tarihi 7. yüzyıla kadar uzanan Santa Maria Assunta Bazilikası, adanın en önemli yapılarından biri olarak öne çıkıyor. Bizans-Venedik mimarisinin görkemli örneklerinden olan bu bazilika, iç mekânında barındırdığı mozaikler ve detaylı süslemeleriyle büyüleyici bir atmosfere sahip.
Eğer buraya gelirseniz, çan kulesine çıkmayı unutmayın; tepeden Burano’nun kartpostal gibi manzarasını seyretmek adeta bir ritüel. Bazilikanın yanı sıra adada bir diğer önemli dini yapı Santa Fosca Kilisesi.
Bu küçük ve zarif kilise yalnızca belirli ayin günlerinde ziyaretçilere kapılarını açıyor. Bizans mimarisinin tüm inceliklerini yansıtan bu yapı, sade fakat etkileyici bir görünüme sahip. Torcello yalnızca tarihi yapılarıyla değil, doğal güzellikleriyle de ön plana çıkıyor.
Yemyeşil bahçeler, sessiz patikalar ve lagünün serin suları, burayı bir huzur cenneti haline getiriyor. Adada yürüyüş yaparken doğanın sesine kulak vererek geçmişin izlerini hissetmek mümkün. Buraya gelen birçok ziyaretçi, adanın büyüleyici atmosferine kapılıp saatlerce dolaşmanın tadını çıkarıyor.
Ca’ Rezzonico

Ön cephesi ihtişamla Büyük Kanal’a bakan, her bir mimari detayıyla Barok tarzın zarafetini yansıtan üç katlı Ca’ Rezzonico Sarayı, 1649 yılında Venedik’in köklü ailelerinden Bon’ların isteği üzerine inşa edilmeye başlanmıştır.
Şehrin en büyük ve gösterişli saraylarından biri olarak tasarlanan bu yapı, Venedik’in ihtişamlı geçmişini yansıtan nadide eserlerden biridir. Sarayın mimari süreci, dönemin ünlü mimarlarından Baldassare Longhena tarafından başlatılmış olsa da, Longhena’nın hayatını kaybetmesi ve Bon ailesinin mali zorluklar yaşaması nedeniyle inşaat uzun yıllar boyunca tamamlanamamıştır.
18. yüzyılda saray, Venedik’in soylu ailelerinden Rezzonico’ların mülkiyetine geçmiş ve yapıyı tamamlamak üzere mimar Giorgio Massari görevlendirilmiştir. Massari, Longhena’nın izinden giderek binaya son dokunuşları yapmış ve sarayı tam anlamıyla bir Barok başyapıtına dönüştürmüştür.
Rezzonico ailesi bu görkemli yapıda dönemin en prestijli davetlerine ev sahipliği yapmış, Venedik aristokrasisinin ışıltılı yaşam tarzına uygun şekilde dekore ettirmiştir. Ca’ Rezzonico, günümüzde yalnızca büyüleyici mimarisiyle değil, aynı zamanda iç mekânında sergilenen zengin koleksiyonuyla da ilgi çekmektedir.
1936 yılında halka açılarak müzeye dönüştürülen saray, Venedik’in 18. yüzyıl sanatına adanmış en önemli müzelerden biri haline gelmiştir. Burada, dönemin ünlü ressamları Giovanni Battista Tiepolo, Canaletto, Pietro Longhi ve Francesco Guardi gibi sanatçıların etkileyici eserleri sergilenmektedir.
Ayrıca, Venedik’in aristokrat yaşam tarzını yansıtan el işçiliğiyle süslenmiş mobilyalar, görkemli avizeler, freskler ve saraylar için özel olarak tasarlanmış dekoratif objeler de koleksiyonun bir parçasıdır.
Büyük Kanal kıyısında yükselen bu şaheser, yalnızca sanata değil, aynı zamanda Venedik’in tarihine de ışık tutan büyüleyici bir zaman kapsülüdür. Eğer Venedik’in sanat ve mimari mirasına yakından tanıklık etmek, şehrin en etkileyici kanal yapılarından birini keşfetmek istiyorsanız, Ca’ Rezzonico’yu Venedik gezilecek yerler listenize mutlaka eklemelisiniz.
Fenice Tiyatrosu (La Fenice)

Sanatla iç içe bir şehir olan Venedik, dar sokakları, ihtişamlı kanalları ve tarihi dokusuyla adeta bir açık hava müzesi gibidir. Bu büyüleyici şehirde İtalya ve Avrupa’nın en önemli opera evlerinden biri olan Fenice Tiyatrosu yükselir.
Adını, küllerinden yeniden doğan mitolojik kuş feniksten alan bu eşsiz yapı, yüzyıllar boyunca sanatın ve müziğin kalbinin attığı yer olmuştur. 18. yüzyılda inşa edilen Fenice Tiyatrosu, tarihinde birçok kez büyük yangınlarla karşı karşıya kalmış, ancak her defasında daha da görkemli bir şekilde yeniden inşa edilerek sanatseverleri ağırlamaya devam etmiştir.
Avrupa’nın en seçkin opera, klasik müzik, bale ve tiyatro eserlerine ev sahipliği yapan bu tiyatro, sanatın en nadide örneklerini sunarak sayısız unutulmaz geceye tanıklık etmiştir. Gioachino Rossini, Giuseppe Verdi ve Vincenzo Bellini gibi dünyaca ünlü bestecilerin eserleri ilk kez burada sergilenmiş ve izleyicileri derin duygulara sürüklemiştir.
Fenice Tiyatrosu, yalnızca Venedik’in değil, tüm Avrupa’nın kültürel tarihinde önemli bir yere sahiptir. Bu muhteşem yapıyı özel kılan bir diğer unsur ise mimarisidir. İçeri adım atan ziyaretçileri büyüleyici bir atmosfer karşılar.
Altın varak işlemeleri, zarif tavan süslemeleri, göz alıcı avizeleri ve ince işçilikle bezenmiş duvarlarıyla tiyatro, adeta geçmişin ihtişamını bugüne taşır. En çok ilgi gören bölümlerden biri olan Kral Locası, döneminin aristokratlarının ve sanatseverlerinin gösterileri izlediği, ihtişamıyla dikkat çeken bir mekândır.
Gösterişli kırmızı perdeler, lüks oturma alanları ve nefes kesen akustiğiyle burası, sanatın en üst düzeyde hissedildiği noktalardan biridir. Fenice Tiyatrosu, yalnızca bir gösteri salonu değil, aynı zamanda Venedik’in sanatsal ruhunu yansıtan bir simgedir.
Burada sahnelenen her bir eser, yüzyılların birikimiyle yoğrulmuş, izleyicilere unutulmaz anlar yaşatmıştır. Eğer Venedik’e bir yolculuk planlıyorsanız, bu eşsiz yapıyı ziyaret etmeden ayrılmamalısınız.
Sanatın büyüsünü iliklerinize kadar hissedeceğiniz Fenice Tiyatrosu, sizi geçmişin zarafetiyle buluşturan bir zaman tüneli gibi hissettirecek ve Venedik’in ruhunu daha derinden keşfetmenizi sağlayacaktır.
Lido di Venezia

Lido di Venezia, Venedik gezilecek önemli yerleri arasında yer alan, Adriyatik Denizi'ne uzanan uzun ve dar bir ada olarak bilinir. Bu küçük ama büyüleyici ada, özellikle her yıl düzenlenen dünyaca ünlü Venedik Film Festivali ile tanınır.
Festival zamanı geldiğinde, ada adeta bir yıldız geçidine dönüşür; ünlü oyuncular, yönetmenler ve sinema dünyasının en önemli isimleri buraya akın eder. Lüks oteller, şık restoranlar ve nostaljik atmosferiyle dikkat çeken Lido, sadece film festivali sırasında değil, yılın her dönemi cazip bir destinasyondur.
Lido’yu Venedik gezginleri için en özel yerlerden biri yapan başlıca özelliklerinden biri de eşsiz plajlarıdır. Geniş, altın renkli kumlarla kaplı sahilleriyle ünlü olan ada, yüzmek ve güneşlenmek isteyenler için Venedik’in en popüler noktalarından biridir.
Lido’nun plajları sadece güzellikleriyle değil, sundukları farklı seçeneklerle de öne çıkar. Halka açık plajlar, bütçe dostu ve samimi bir atmosfer sunarken, özel plajlar daha konforlu bir deneyim arayanlar için şezlong, şemsiye ve özel hizmetler gibi olanaklarla donatılmıştır.
Tatilciler, Adriyatik’in berrak sularında serinlerken, çevredeki kafe ve restoranlarda nefis deniz ürünleri ve İtalyan mutfağının en leziz tatlarını deneyimleyebilirler. Deniz tatili yapmayı planlamıyorsanız bile, Lido di Venezia'yı ziyaret etmek son derece keyifli bir deneyim sunar.
Ada, klasik Venedik havasından biraz daha farklı bir atmosfere sahiptir; burada kanallar yerine geniş caddeler ve bisiklet yolları bulunur. Bu da Lido’yu bisikletle veya yürüyerek keşfetmek isteyenler için ideal bir destinasyon haline getirir.
Kiralık bisikletlerle adayı turlayabilir, tarihi villaları, zarif Art Nouveau tarzı binaları keşfedebilir ya da şirin kafelerde oturup gün batımını izleyebilirsiniz. Lido aynı zamanda golf sahaları ve spa merkezleriyle de ünlüdür.
Dinlenmek ve kendinize zaman ayırmak isterseniz, burada lüks spa otellerinde rahatlatıcı bir masaj yaptırabilir ya da doğa ile iç içe golf oynayabilirsiniz. Ayrıca, Lido’nun güney ucunda yer alan Murazzi isimli tarihi taş setler, gün batımını izlemek için harika bir noktadır.
Eğer Venedik gezinize biraz farklı bir hava katmak, kalabalıklardan uzaklaşıp Adriyatik kıyısında huzurlu bir gün geçirmek istiyorsanız, Lido di Venezia kesinlikle listenizde olmalı. Özellikle yaz aylarında serin sularında yüzebilir, kumsalda keyif yapabilir ya da sadece Venedik’ten farklı bir perspektif sunan bu adayı keşfe çıkabilirsiniz.
Cannaregio Bölgesi

Cannaregio, Venedik’in kuzeydoğusunda yer alan ve Büyük Kanal’ın kuzeyi boyunca uzanan, tarihi ve kültürel zenginliğiyle dikkat çeken bir bölgedir. Büyük Kanal’dan sonra kentin en büyük ikinci kanalı olması, bu bölgenin ne kadar merkezi ve önemli bir konumda olduğunun bir göstergesidir.
Cannaregio, hem sakinliği hem de tarihi dokusuyla, Venedik’in en cazip yerlerinden biri olarak öne çıkmaktadır. Bu bölgeyi keşfetmek, Venedik’i anlamanın ve şehrin ruhunu hissetmenin en güzel yollarından biridir.
Cannaregio sokakları arasında yürümek, adeta geçmişe bir yolculuğa çıkmak gibidir. Kanalların kenarındaki dar sokaklar, eski taş yapılar ve rengarenk evler, sizi sürekli daha fazlasını keşfetmeye davet eder.
Venedik’in turistlerden daha az yoğun olan bu bölgesinde gezmek, şehri bambaşka bir açıdan görme fırsatı sunar. Özellikle Cannaregio’nun kuzey bölümü, diğer bölgelere kıyasla çok daha sakin ve huzurludur.
Bu sakinlik, Venedik’in kalabalığından uzakta, daha otantik bir deneyim yaşamanıza olanak sağlar. Burada yapılacak bir kanal gezisi, hem şehri hem de kendinizi daha derinlemesine keşfetmek için harika bir fırsat olabilir.
Sessizliği, huzuru ve doğal güzellikleriyle Cannaregio, Venedik’in en unutulmaz anılarından birine sahip olmanıza neden olacaktır. Bölgenin en önemli alışveriş caddelerinden biri olan Strada Nova, turistlerin ve yerli halkın ilgisini çeken dükkanlarıyla ünlüdür.
Çeşitli hediyelik eşya dükkanlarının bulunduğu bu sokakta, Venedik’in kendine özgü el yapımı ürünlerini bulabilirsiniz. Ayrıca Lista di Spanga, alışveriş tutkunları için harika bir seçenek sunar. Buradaki butiklerde, benzersiz tasarımlar ve hediyelikler arasında kaybolabilirsiniz.
Eğer alışveriş yapmayı seviyorsanız, bu bölgede geçireceğiniz vakit oldukça keyifli olacaktır. Cannaregio’nun tarihi dokusu da oldukça etkileyicidir. Yahudi Gettosu, Venedik’in en önemli ve en eski tarihi bölgelerinden biridir.
Burada gezilecek sokaklar ve ziyaret edilecek müzeler, bölgenin kültürel geçmişi hakkında derinlemesine bilgi edinmenizi sağlar. Aynı zamanda Ca d’Oro Sarayı, Malibran Tiyatrosu, Santa Maria dei Miracoli Kilisesi ve Madonna dell’ Orto Kilisesi gibi görkemli yapılar da Cannaregio’da yer alır.
Bu tarihi yapılar, mimarisi ve iç mekan süslemeleriyle büyüleyici bir deneyim sunar. Bu bölgede geçireceğiniz her an, Venedik’in kültürel mirasını keşfetmenizi sağlayacak. Gün batımından sonra Cannaregio’da hayat yeniden canlanır.
Kanal kıyısındaki restoranlar ve barlar, akşam saatlerinde keyifli bir atmosfer sunar. Bir yandan tarihi kanalların manzarasına karşı yemek yerken, diğer yandan Venedik’in canlı sosyal hayatına dahil olabilirsiniz.
Arsenal de Venecia (Venedik Tersanesi)

Venedik’in tarihi zenginlikleri arasında yer alan Venedik Tersanesi, yalnızca mimarisiyle değil, aynı zamanda uzun bir denizcilik geçmişine sahip olmasıyla da dikkat çeker. Bu önemli yapının kökleri, 12. yüzyıla kadar uzanır.
O dönemde kurulan tersane, zamanla Venedik Cumhuriyeti’nin deniz gücünün sembolü haline gelmiş ve denizcilik dünyasında önemli bir yer edinmiştir. Venedik Tersanesi, yüzyıllar boyunca yapılarıyla, etkinlikleriyle ve filolarıyla dikkat çekmiş; ayrıca kurulduğu dönemde dünyanın en büyük ve en hareketli tersanesi olarak tanınmıştır.
Tersanenin tarihi, Venedik’in deniz yoluyla kazandığı güç ve prestijin bir yansımasıdır. Venedik Cumhuriyeti’nin dünya üzerindeki deniz gücünü ve ticaretini pekiştiren bu yapılar, şehirdeki denizcilik mirasının kalbini oluşturmuştur.
Venedik Tersanesi'nin girişinde yer alan 15. yüzyıla ait süslemeli kemer, aslan heykelleriyle korunan bu yapı, ziyaretçileri adeta tarihin derinliklerine doğru bir yolculuğa davet eder. Her biri tarihi olayları simgeleyen bu figürler, Venedik’in geçmişinin gücünü ve ihtişamını sembolize eder.
Bu zarif ve etkileyici giriş, her yıl binlerce ziyaretçiyi cezbetmektedir ve adeta ziyaretçileri büyüleyen bir enerjiye sahiptir. Eğer zamanınız varsa, bu tarihi alanı daha yakından keşfetmek oldukça anlamlı olacaktır.
Günümüzde deniz tarihi müzesi olarak kullanılan Venedik Tersanesi, kentin denizcilik geçmişinin en önemli izlerini barındırır. Müzede sergilenen eserler, Venedik’in gelişimiyle birlikte dünya denizcilik tarihine nasıl yön verdiğini gözler önüne seriyor.
San Giorgio Maggiore

Venedik’te görülmesi gereken yerler listesine, özellikle ünlü kilisesi nedeniyle ziyaretçi akınına uğrayan San Giorgio Maggiore’yi de dahil etmek kesinlikle doğru bir tercih. İtalya’nın kuzey adalarından biri olan San Giorgio Maggiore, Venedik’in karmaşasından uzaklaşmak ve sakin bir atmosferde huzur bulmak isteyenler için ideal bir yer.
Adanın sessiz ve dinlendirici atmosferi, Venedik’in gürültülü ve kalabalık sokaklarından kaçmak isteyenler için adeta bir cennet. Burada, yerel halkın günlük yaşamını izlerken aynı zamanda adanın doğasına ve tarihi dokusuna hayran kalabilirsiniz.
San Giorgio Maggiore, sizi şehrin yoğun temposundan bir adım geri alarak, rahatlatıcı bir atmosferde derin bir nefes almanızı sağlıyor. Venedik’in huzurlu yüzü ile iç içe olabileceğiniz bu ada, aynı zamanda sanat ve tarihin birleşim noktalarından birini oluşturuyor.
Adanın en büyük cazibe merkezi ise şüphesiz San Giorgio Maggiore Kilisesi. Venedik’in simgelerinden biri haline gelmiş olan bu ihtişamlı yapı, her yıl sayısız turistin ilgisini çekiyor. San Marco Meydanı’ndan, adanın etkileyici siluetini görmek mümkün; özellikle gün batımında, güneşin ışıkları altında bu kilise daha da büyüleyici bir hal alıyor.
Katedralin mimarisi ise Venedik’in genel dokusu ile kusursuz bir uyum içinde. Andrea Palladio tarafından tasarlanan bu tarihi yapı, beyaz renkli klasik mermerden yapılmış muazzam bir ön yüze sahip.
Estetik açıdan oldukça çarpıcı olan bu yapı, Venedik’in klasik İtalyan mimarisinin en güzel örneklerinden biri olarak kabul ediliyor. Kilisenin inşasına, aslında çok daha eski tarihlerde, 10. yüzyılda başlanmış olsa da, tamamlanması 17. yüzyılın başlarına kadar sürmüş.
Yapının inşa süreci, Venedik’in tarihindeki önemli bir dönemi yansıtıyor ve aynı zamanda mimarlık tarihine de önemli katkılarda bulunuyor. İç mekanda ise, İtalyan ressam Tintoretto'nun eserlerine hayran kalabilirsiniz.
Tintoretto’nun renkli ve dramatik tarzı, kilisenin iç mekânına adeta hayat veriyor. Özellikle sanatseverler için, bu eserler kiliseye yapılan ziyaretin en değerli kısmı oluyor. Kilisenin içindeki en çok dikkat çeken eserlerden biri, şüphesiz Tintoretto’nun “Son Yemek” adlı tablosu.
Bu resim, Venedik’in tarihi ve dini yapısına dair derin bir izlenim bırakıyor. Sanatçı, tabloyu kendi özgün tarzında işleyerek, ziyaretçilerin ilgisini en çok çeken eserlerden biri haline getirmiş. Bu tabloları görmek, hem tarih hem de sanat açısından çok değerli bir deneyim sunuyor.
Ziyaretçilerin mutlaka uğraması gereken bir diğer yer ise kilisenin çan kulesi. Kuleye çıkarak, Venedik’in büyüleyici manzarasını yüksek bir noktadan izleyebilirsiniz. Venedik lagününün muazzam görüntüsü, şehri bir bütün olarak görmek isteyenlere unutulmaz bir perspektif sunuyor.
Çan kulesinin zirvesine çıktığınızda, Venedik’in tarihi yapıları ve adalarını bir arada görebileceğiniz bir tablo karşınıza çıkıyor. Bu manzara, fotoğraf severler için mükemmel bir fırsat yaratıyor. San Giorgio Maggiore, hem tarihi hem de sanatsal açıdan zengin bir deneyim sunarken, aynı zamanda doğayla iç içe olmanın huzurunu da yaşatıyor.
Santa Maria dei Miracoli

Venedik’in rönesans stilindeki binaları, kentin dillere destan güzelliğinde hayati bir rol oynamaktadır. Bu ihtişamlı yapılar, şehri ziyaret edenleri adeta büyülerken, her köşe başında tarihin derinliklerine yolculuk yapma fırsatı sunuyor.
Cannaregio Bölgesi’nde yer alan Santa Maria dei Miracoli Kilisesi de bu etkileyici yapılar arasında öne çıkmakta ve erken Venedik rönesansının izlerini taşıyan, sizi Orta Çağ’a doğru götüren tarihi bir şaheser olarak dikkat çekmektedir.
15. yüzyılda inşa edilen bu zarif kilise, ünlü mimar Pietro Lombardo tarafından tasarlanmış ve şehrin en önemli dini yapılarından biri haline gelmiştir. Yapımında kullanılan nadir mermerlerden ötürü "mermer kilise" olarak da anılmaktadır.
İnşaatında kullanılan mermerler, kilisenin zarif dokusunu ve pürüzsüz yüzeylerini ortaya çıkararak ona benzersiz bir estetik katmıştır. Her bir mermer parçası, zamanın yavaşça dokunarak kilisenin bu günkü ihtişamına ulaşmasını sağlamıştır.
Santa Maria dei Miracoli'nin mimarisi, oldukça dikkat çekicidir. Yarım daire şeklindeki alınlık, dıştaki sahte sütunlar ve gül süslemeli pencerelerle bezenmiş olan kilise, görsel olarak zengin bir izlenim bırakmaktadır.
Özellikle renkli mermerlerle yapılan detaylar, binanın ihtişamını zirveye taşımakta ve dönemin sanat anlayışını en zarif şekilde yansıtmaktadır. Kilisenin iç mekanına adım attığınızda ise bambaşka bir dünyaya girmiş gibi hissedersiniz; tavanlar, peygamberlerin tasvirleriyle donatılmış ve her bir fresk, zamanın ötesinde bir atmosfer yaratmaktadır.
Freskler, şamdanlar, bronz heykeller ve başka birçok zarif süsleme, kilisenin her köşesinde büyüleyici bir görsel şölene dönüşmektedir. Her bir detay, Venedik’in zengin tarihini ve sanatsal mirasını adeta haykırırken, Santa Maria dei Miracoli Kilisesi, Venedik’teki en güzel mimari örneklerden biri olarak değerlendirilmektedir.
Scuola Grande di San Rocco

Scuola Grande di San Rocco, Venedik’in 16. yüzyıldan kalma hayır derneği binası olarak şehrin tarihi dokusunun önemli bir parçasıdır. O dönemde, bu tür yapılar genellikle topluma hizmet etmeyi amaçlayan dernekler tarafından inşa edilirdi.
San Rocco’nun da bir aziz olarak, hasta insanlara yardım etmeye adanmış hayatı, Scuola’nın kurulmasında temel bir ilham kaynağı olmuştur. Venedikliler, hayır işlerini desteklemek ve bu erdemli amaca katkıda bulunmak adına gönüllü olarak bağışlar yaparak, bu önemli yapının inşasına olanak sağlamışlardır.
San Rocco'nun onuruna kurulan Scuola, zamanla Venedik halkının gönlünde özel bir yere sahip olmuştur. Bugün, Venedik’in en etkileyici yapılarından biri olmanın yanı sıra, İtalya’nın en önemli sanat sergilerine ev sahipliği yapmaktadır.
Bu bina, adeta bir sanat galerisi gibi, birçok ünlü eseri ve önemli sanatçıyı barındırmaktadır. Özellikle, 16. yüzyılın büyük Rönesans ressamlarından biri olan Tintoretto'nun eseriyle ünlü olmasıyla öne çıkmaktadır.
Tintoretto’nun sanatını yansıtan sayısız resim ve fresk, Scuola’yı ziyaret edenleri büyülemekte ve sanata dair derin bir deneyim sunmaktadır. Scuola Grande di San Rocco'nun dekorasyonu, Tintoretto'nun benzersiz tarzı ve detaycılığı ile dikkat çekmektedir.
Tavanlardan duvarlara, zeminlere kadar her köşe, sanatçının üslubuyla özenle süslenmiş olup, her bir detayda gözleri cezbetmektedir. Bu görsel zenginlik, ziyaretçilerin her adımda bir başka şaşırtıcı keşif yapmalarına olanak sağlar. Scuola'nın atmosferi, tarihi ve sanatı bir arada sunarak, kendine özgü bir estetik deneyim oluşturur.
Scuola'nın dört önemli eseri, her yıl dünyanın dört bir yanından gelen sanatseverlerin ilgisini toplar. Mısır’a Kaçış, Çarmıha Geriliş, Meryem’e Müjde ve İsa’nın Sünneti, Tintoretto'nun sanatını en iyi şekilde yansıtan başyapıtlardır.
Bu eserler, hem dini temalar hem de güçlü görsel anlatım biçimleri ile izleyiciyi etkiler. Her biri, sanatseverlerin derin bir takdir ve hayranlıkla inceleyeceği detaylarla doludur. Scuola Grande di San Rocco, yalnızca sanatseverler için değil, Venedik’i keşfetmek isteyen her gezgin için unutulmaz bir durak noktasıdır.
Ziyaretçilerine, görkemli bir giriş salonu ile merhaba diyen bu tarihi yapı, sanatla iç içe bir atmosferde tarihi bir yolculuğa çıkma fırsatı sunar. Venedik'in eşsiz cazibesini ve sanat mirasını keşfetmek isteyenlerin kesinlikle görmesi gereken bir yerdir.
Venedik'te Kaç Gün Kalınır?
Venedik, tarihi dokusu, benzersiz kanalları ve muazzam mimarisiyle her köşesinde keşfedilecek bir güzellik sunuyor. 2 gün, şehri ziyaret etmek için genellikle yeterli bir süre olabilir, özellikle en ikonik yerleri görmek ve şehri hızlıca keşfetmek isteyenler için.
Bu kısa süre içinde San Marco Meydanı, Rialto Köprüsü gibi simgeleri gezebilir, Venedik'in dar sokaklarında kaybolarak tarihi atmosferin keyfini çıkarabilirsiniz. Ancak, eğer biraz daha fazla zaman ayırma fırsatınız varsa, 3 gün mükemmel bir seçenek olabilir.
Üçüncü gün, şehri daha derinlemesine keşfetmek, gondol turu yaparak kanallarda romantik bir yolculuğa çıkmak ve Venedik'in etrafındaki adaları gezmek için harika bir fırsat sunar. Murano, Burano ve Torcello gibi adalar, her biri kendine has kültürü ve güzellikleriyle keşfe değerdir.
Murano, ünlü cam işçiliğiyle tanınırken, Burano, rengarenk evleri ve geleneksel dantel yapımıyla ünlüdür. Torcello ise Venedik'in ilk yerleşim yerlerinden biri olarak tarihî bir öneme sahiptir. Eğer bütçeniz ve zamanınız müsaitse, 3 günlük bir tatil, Venedik'in sadece turistik yüzünü değil, aynı zamanda şehrin farklı katmanlarını ve çevresindeki gizli hazineleri de keşfetmenizi sağlayacaktır.
Venedik'e Ne Zaman Gidilir?
Venedik’e seyahat etmek için en uygun tarih aralığı, şüphesiz İlkbahar ve Sonbahar aylarıdır. Bu dönemde, şehri keşfetmek için hem iklimin keyfini çıkarabilir hem de Venedik’in tarihî dokusunu en verimli şekilde deneyimleyebilirsiniz.
Özellikle Mayıs ayı, hem sıcaklıkların ideal seviyelere çıkması hem de turist yoğunluğunun henüz zirveye ulaşmamış olmasıyla mükemmel bir tercih olacaktır. Bu ayda Venedik, hem rahatça gezilebilir hem de şehri daha sakin bir atmosferde keşfetme imkanı sunar.
Venedik’in büyüsünü gerçekten hissetmek istiyorsanız, tatilinizi kış aylarına denk getirmemenizi özellikle öneririz. Kış aylarında, şehirde yaşanan gelgit olayları bazen ciddi zorluklar yaratabilir. Yüksek sular, kanal kenarlarını aşıp şehrin sokaklarını kaplayabilir, bu da gezmek isteyenler için oldukça zahmetli bir deneyim oluşturabilir.
Kışın sert soğukları da gezginlerin Venedik’in güzelliklerinden tam anlamıyla faydalanmalarını engelleyebilir. Ocak ayı, Venedik’in en soğuk olduğu dönemdir ve şehirde soğuk, rüzgarlı hava koşulları gezintinizi zorlaştırabilir. Bu yüzden, Venedik’in eşsiz manzaralarını ve zengin kültürünü daha rahat bir ortamda keşfetmek isterseniz, İlkbahar ve Sonbahar ayları ideal seçim olacaktır.
Venedik'ten Ne Alınır?
Venedik, sadece tarihi dokusu ve muazzam mimarisiyle değil, aynı zamanda eşsiz hediyelikleri ve el yapımı ürünleriyle de ünlüdür. Kanalların arasındaki dar sokaklarda, şık butikler ve geleneksel dükkanlar, ziyaretçilere unutulmaz bir alışveriş deneyimi sunar.
Bu büyülü şehirde ne alacağınızı merak ediyorsanız, Venedik'in kendine has kültürünü ve zarafetini yansıtan hediyelikler ve hediyelik eşyalar burada sizi bekliyor. Peki, Venedik'ten alınacak en özel hediyeler neler? İşte, şehri ziyaret ettiğinizde mutlaka göz atmanız gereken, Venedik'e özgü yöresel ürünler:
- Baicoli Bisküvileri
- Murano Camı
- Burano Dantelleri
- Venedik Maskesi
- Gondolcu Şapkası
- Makarna
- Kapı Tokmağı
- El Yapımı Ayakkabı
- Bellini
- Murano Camı
- Grappa
- Bellini
- El Yapımı Ahşap Puzzle
- Kumaş
- Minyatür Venedik
Venedik'te Ne Yenir?
Venedik, tarih ve kültürle yoğrulmuş, her köşesinde farklı bir hikaye barındıran bir şehir. Ancak bu büyüleyici şehri keşfederken, sadece sokaklarını değil, mutfağını da tatmak, Venedik deneyiminizin ayrılmaz bir parçası. Eğer İtalya'nın bu eşsiz köşesine yolculuk yapıyorsanız, sadece gondola binmekle kalmayın; aynı zamanda damaklarınızı da şımartacak lezzetlerle tanışın.
Venedik mutfağı, deniz ürünlerinin taze ve zengin çeşitliliğinden, yerel malzemelerle hazırlanan klasik İtalyan yemeklerine kadar pek çok tat sunuyor. Peki, Venedik’te ne yenir? İşte, bu eşsiz şehirde tatmanız gereken başlıca lezzetler:
- Sarde in Saor
- Baccala Mantecato
- Tramezzini – Tramezzino
- Spaghetti in Nero di Seppia (Siyah Spagetti)
- Risi e Bisi
- Gelato (Dondurma)
- Mołéche (Yengeç Kızartması)
- Fritole (Frittelle)
- Baicoli
- Bigoi in Salsa
- Carpaccio
Venedik’ten sonra İtalya’da gezilecek bir yer arıyorsanız eğer mutlaka “Floransa Gezilecek Yerler” isimli içeriğimize mutlaka göz atın!
